Ana Sayfa
Özgeçmiş

Kaygılıyım

Allah selâmet versin!

Bu yazı, herhangi bir önyargıya dayanarak değil, tarihin tekerrür edeceği endişesiyle irticalen yazıldı. Anımsadığım olayları art arda bağlamaya, kendimce bir düşünce örüntüsü yardımıyla öngörü oluşturmaya çalışıyorum. Derdim, geleceğe ait küçük de olsa bir fikir sahibi olmak. Zira, tarihin tekerrür edeceğinden kaygılıyım.

Yazının belli yerlerinde bir analizden söz ettimse de daha derinlemesine, olayları en ince ayrıntısına kadar analiz edip, geleceğe ait söz söylemek bilim insanlarının işidir. Bu yazı buna vesile olursa amacına ulaşmıştır.

Son Dakika Kaydı - 1

Rusya Ukrayna savaşının başlangıç günlerinde Batı’nın açıkladığı ekonomik yaptırımlara isteksiz katılımlar, uygulamanın aksak seyri ve Rublenin bugün kazandığı değer, aşağıda ortaya koymaya çalıştığım ‘perde arkasında başka oyun var’ savımı destekler mahiyette.

Rusya gibi büyük bir ülkenin bu yaptırımları öngöremeyeceğini düşünmek doğru olmaz. ABD’nin de Rusya’nın önlemlerini alacağını öngörmemesi düşünülemez. Ancak, bu konuda malumun ilamı dışında söz etmek ekonomistlere düşer. Savaşın başlangıcından bu yana onlarca gün geçmesine rağmen Rublenin ilk günlerde düşen değerini gittikçe artırması, ekonomistlerin üzerinde çokça kafa yoracakları bir konu olmalı.

Son Dakika Kaydı - 2

ABD Yunanistan’daki yığınağını Doğu Akdeniz’e daha hâkim konumlara, adalara kaydırıyor. Amerikan yönetiminin Türkiye hakkındaki hiç de iyi olmayan genel yargısının bir göstergesi bu.

Son Dakika Kaydı - 3

Finlandiya ve İsveç NATO üyeliği için hazırlıklara başladılar.

Türkiye, bu ekonomisiyle yapabileceklerinin sınırlı olduğunu bildiğinden karşı çıksa da bunu kısık bir sesle dile getiriyor. Karşı çıkıyor, çünkü bunun bölgede düşmanlıkları körüklediğini artık görebiliyor.

Rusya da kısık sesle karşı çıkıyor; ama onun kısık sesinin nedeni, ‘istemem yan cebime koy’ deyişinin başka bir ifadesi.

Son Dakika Kaydı - 4

Bizim meşhur ‘enseyi karartmamak’ deyişimizi duymayan kalmamıştır. Çıkış nedenini ve kökenini bilmem. Ama, kötü gelişmeler çoğaldığında iyi olayların da muhtemel olduğunu dile getirmek için kullanıldığını bilirim. O hâlde, bunca aleyhte gelişmenin neresini iyiye yorabileceğimizi de söylemem gerekiyor ki, bunun için oturup yüzlerce neden sayabilirim, saymayacağım. ‘Hiç olmazsa birkaç cümle söylenmesi gerekir’ diyorsanız da haklısınız. Ama ben sonucu şimdiden ilân eden, inanılacak ve ardına düşülecek tek bir cümle yazacağım buraya:

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.

Bütün sorun meseleyi o raddeye ulaştırmamak. Yoksa bu millet gereğini hep yapmıştır.

‘Batı’ ve ‘Biz’

Batı’nın Durumu ve Türkiye ile İlişkileri

‘Batı’ Sözcüğü ve Anlamı

‘Batı’ sözcüğü bizde, yalnız ana yönlerden birini anlatmaz. ‘Batı’ sözcüğüne, ayrıca, gelişmişlik düzeyi yüksek, ‘uygar’ insanların yaşadığı ülkeler anlamı da yüklenmiştir. Günümüzde biraz aşınmasına rağmen bu anlam hâlâ güçlüdür. İhtiyatlı bir yaklaşımla; bu saptamanın dilinin geçmiş zamana kaymakta olduğunu söylemek daha uygun olur kanısındayım. Batı’nın yitirdiği anlamının yerini ‘iki yüzlü, çifte standartlı ve çıkarı için her yolu kullanmayı mubah sayan ülkelerin yöneticilerinin yaşadığı bölge’ algısı doldurmak üzere. Muhtemelen, kuzey doğumuzdan güney doğumuza, geniş bir yelpazeye yayılan yakın coğrafyadaki komşularımızla bu saptama üzerinde mutabıkız.

Öte yandan, Batı’nın felâketlerle dolu yakın tarihini ve felâketlerin nedenlerini bilen iyi insanların çabalarının bu algı değişimini durduracağını da umuyorum, hiç olmazsa insanlık adına ummak istiyorum.

Neden 1 – ‘Batı’ Sözcüğünün Anlam Yitirmesine Felâketlerin Unutulması Neden Oldu

‘Batı’, geçmişteki yanlışlarının devamı olan 2nci Dünya Savaşı gibi bir felâketin yaralarını sardığı dönemde, öncekilerden daha farklı ve insancıl bir yola girdi:

Avrupa’yı, önceleri ekonomik ve devamında siyasal bir birliğin çatısı altında toplamak.

İlk düşünenler ve hayata geçiren kurucuların felâketi yaşayanlar olduğuna bakıldığında, iyi niyetlerinden ve samimiyetlerinden şüphe etmek o insanlara haksızlık olur.

Ancak, bir bakıma yaralar da savılıp üzerinden geçen süre arttıkça, felâketi yaşayanların zihinlerindeki acı hatıralar, maalesef, bir sonraki neslin kitap sayfalarına aktarıldı, orada kaldı. Yeni neslin eski, atalarından miras kalan ilkel ihtirasları nüksetti ve benliklerini sardı. Bunun doğal sonucu, bilinç düzeyi düşen millet, gerçeklerden uzak isteklerini karşılayacak yöneticiler seçti. Onlar da bugün, herkesi tedirgin eden Batı’yı inşa ediyorlar.

Neden 2 – Dinî Duygular ve Bağlar

Nesilden nesile aktarılan dinî inançlar, mensupları arasında çok güçlü bağlar kurar. Olgudur, bilim bunu onaylar. Yerine başka bir din gelmedikçe ilk inancın kaybolması hemen hemen imkânsızdır. Velev ki, Endülüs’te olduğu gibi bir nesli toptan yok edesiniz. O hâlde, bugün var olan ve geçmişteki felâketleri unutan toplumların mevcut dinî inançlarına aykırı devinmelerini beklemek beyhudedir. Böyle toplumlarda fertler, dinî inancından etnik kökenine, her çeşit ayrımcılığı öne çıkarır, insanları bizden ve bizden olmayan ayırıma tabi tutarlar. Çok üzücüdür ki, dün gıpta ile baktığımız ülkelerin bugün genel durumu budur.

Ankara Anlaşması’ndan sonraki yirmi yıllık dönemde Türkiye’nin ihmâllerine de değinerek; sonraki süreçte Batı’nın ülkemizle ilişkilerinde evrensel değerlerden daha çok dinî duyguların güçlü etkisinin olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bilinci yükselen, zihni aydınlananların çoğunluğa ulaştığı toplumlarda filizlenen her düşüncenin temelinde ‘insan’ olur. Maalesef Batı bu özelliğini yitiriyor, yaklaşık iki yüz yıl öncesinin fikrî yapısının görüntüsünü veriyor.

Avrupa Birliği ve ABD ile birlikte İngiltere’yi içine katarak tümüne birden verdiğimiz adla Batı’nın, ülkemiz ve halkımız hakkındaki yargı değişikliklerini daha açık görebilmek için Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kuruluşundan günümüze; katılım kriterleri ve ilkelerindeki değişikliklere bakmak yararlı olur.

Bugün Türkiye ‘Batı, çağdaş uygarlığın örneği olabilir mi’ sorusunu ivedilikle yanıtlanmak, AB ile aramızdaki ilişkileri bu sorunun yanıtına bağlayarak irdelemek zorundadır. Belki de Anadolu’ya yakışır bir ülke yaratmak için yeni bir rota çizmenin zamanı gelmiştir.

AB Türkiye ilişkileri için lütfen bakınız:

–     https://www.ab.gov.tr/111.html

(Erişim:202204241000)

Doğu Sorunu

Doğu sorunundan literatürde baskın olarak on sekizinci yüzyıl sonlarında, sanayi devriminin başında, hâlâ savaş ekonomisi koşullarının geçerli olduğu bir dönemde zayıflayan Osmanlı’nın topraklarını paylaşmanın diğer adı olarak söz edilir. Lozan ile tarih sahnesinden silinmiştir.

Fakat aşırı uçlardaki düşünürlere göre ise ‘doğu sorunu’, Türklerin Anadolu’dan atılması; yani Anadolu’yu, ‘yurt açan’ Malazgirt savaşının öncesine döndürme çabasıdır. Bunu aklından hiç çıkartmayan Batı, ‘doğu sorunu’ denen büyük yanılgıyı hortlatmak istemektedir. Bu düşünürlere göre (a) beş on yıl gibi kısa süreler içinde değişebilen ekonomik çıkar ilişkileri iki yüz yıl sürmez ve (b) ‘doğu sorunu’ denen olgunun dinî güdülerin eseri olduğunu düşündüren bulgulara ulaşmak sanıldığından daha kolaydır.

Bu düşünürlerin fikirleri, aşırı kuşkucu ve ayrımcı gelebilir. Ancak AB’nin son yirmi yılı mercek altına alınıp dikkatle incelendiğinde, Türkiye’yi sürekli dışarıda tutma çabalarının ekonomik gerekçelerden çok dinî, sosyal gerekçelere dayandığının delilleri yakalanabilir. Yani, aşırı kuşkucu dediğimiz bu insanların haklılık payının, hiç de azımsanamayacak kadar olduğu söylenebilir. Buna bir de teolojik pencereden bakan bu düşünürler, ‘son haçlı seferi’ için hazırlıklarını tamamlamış bir ‘Batı’ görüntüsü aldıklarını söylemektedirler.

Bizim kanımıza göre doğu sorunu; ekonomik çıkarlar ile millî ve dinî güdülerin harmanlandığı, Batı’nın kolayca ulaşabileceğini düşündüğü muradın adıdır. Bugünün Avrupa’sının, belki tüm Batı’nın bilinçaltında hâlâ bu muradın yatıyor olma ihtimâli bile çok ürkütücüdür. Bu bağlamda, bugünkü durumuna bakarak Batı’nın düşünsel olarak iki yüz yıl öncesinin de gerisine düştüğü söylenebilir. Eğer gerçek böyleyse Avrupa, tarihindeki en büyük yanılgısını yinelemek üzeredir.

Gemiyi terk seçeneği olmayan bir milletin, tehlikeden kurtulma eyleminde yapabileceklerini kestirmek için çok gerilere gitmeye gerek yoktur.

Osmanlı’nın Son Yüzyılı

Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı ‘İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı’ adlı eserinde Osmanlı’nın değişim çabalarını bilimsel bakış açısıyla bizlere aktarır. On dokuzuncu yüzyılın başından Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen süre içindeki her bir değişim gayretinin, sancılı ve zahmetli olduğunu belirtir. Bu zaman içindeki olayların tarihsel sıralaması yapılırken açık bir gerçek yüze çarpar:

Lehimize sonuçlanmış tek bir dış ilişki bulamazsınız.

Osmanlı’nın belli bir döneminden sonra gelişen (tabidir ki Batı’nın sanayi devrimiyle beslenen malî ve askerî gücünün etkisiyle) her olay aleyhimize sonuçlanır oldu. Yönetimin her kademesinden bürokratın ve elbette padişahlardan bazılarının samimi ıslah arayışlarının başlangıç tarihlerine kadar sürer bu ‘lehte olay’ yokluğu. Daha sonraları, ‘devleti ıslah etme, iyileştirme çalışmaları’ kapsamına giren olayların tümü içişlerimizle ilgili görünür, ancak bu kez hemen hepsinde de dış tehdide karşı koyabilme refleksi etkendir.

Bugün sürekli kullandığımız, dilimize pelesenk olan dış güçler deyişi, iki asırdan fazla süren, sürekli aleyhimize gelişen dışarıyla ilişkili olumsuz olayların etkisiyle doğmuştur.

Şu veya bu etkiyle; Osmanlı, kendi düzenini iyileştirmeye, aksaklıkları düzeltmeye çalışır. Ancak, bu ‘en uzun yüzyıl’ sonunda açık seçik anlaşılır ki Osmanlı bir daha asla eski görkemine kavuşamayacaktır! Ama İstiklâl savaşı ve sonrası, Cumhuriyet Dönemi’ni başlatan kadro, asker veya sivil, bu çalışmalarla ulaşılan yeni eğitim sisteminde yetişen vatan evlâtlarıdır. Bu gerçek, gelecekte yapılabilecek iyileştirmelerin önünün açılması için daima örnek olmalı, asla göz ardı edilmemeli, unutulmamalıdır. Yadsıma veya unutma eğiliminde olanlara ‘koskoca bir askerî sistemin değiştirilmesi çok kolay bir iş midir’ diye tek bir soru sorarım.

Osmanlı iyileştirme çabalarıyla toparlanmaya çalışadursun, kendini Dünya Savaşı’nın içinde buluverdi. Daha sonra Mondros, daha sonra Sevr.

Türk İstiklâl Harbi ve sonrası devrimlerini dış güçlerin inkıtaya uğrattığının, ‘bir millet nasıl bu kadar kolay aldatılabilir’ diye hayrete düşürecek kadar çok kanıtı vardır.

Doğru Tahlil ve Kaygım

Yazımın bundan sonrasını, yukarıda sözü edilen aşırı uçtakilerin doğru düşündüklerini, ‘doğu sorunu’ denen sözde sorununun Batı’nın Anadolu’yu bin yıl öncesinin nüfus yapısına döndürmek olduğunu varsayarak sürdüreceğim.

Bu, en kötü ihtimâle karşı önlem değil miydi?

Amacım, şeytanî tuzak kuramları üzerinden sağdan soldan lâf devşirerek dikkatleri konu üzerine çekmek değil, en kötü ihtimâlin önlenmesi için gereğini yerine getirmek.

Sorular

Aşağıdaki soruların yanıtlarını ararken doğru kaynaklardan yararlanmalıyız ki doğru tahlil için zihinlerdeki ön yargıları bir tarafa atmalı ön koşulunu karşılayabilelim. Sorular, internet ortamında bir arama motoruna yazarak basitçe araştırılabilir. Ancak çıkacak sonuçlara bakarken, koşulu da göz önüne alarak, seçici, hattâ çok seçici olmak iyi olur.

Soru:

‘İlk Haçlı Seferi’ ne zaman başladı, sonucu ne oldu?

Soru:

‘Son Haçlı Seferi’ ne zaman başladı, (sonuçlandıysa) sonucu ne oldu?

Soru:

‘Doğu Sorunu’ veya ‘Şark Meselesi’ nedir? Çözüldü mü?

Soru:

Osmanlı’ya ilk kim, ne zaman ‘hasta adam’ dedi?

Soru:

Rusya, ‘sıcak denizlere inme’ hayâlini gerçekleştirdi mi?

Herhalde bu yüzyılda böyle hayâl peşinden koşacak değiller.

Soru:

Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’yı yönetenlerin ittifak arayışlarının anlamı neydi?

Felâketin birinin (Balkan Savaşı) yaralarını sarmaya bile başlamadan başka bir savaşa girmenin sonuçlarını yönetimdeki herkes görüyordu.

Soru:

‘AB’nin bayrağındaki yıldızlar kaç tanedir’ ve anlamı nedir?

Şovenizm ve sair demeden saklı bir gerçeğin peşinden gideceksek, böyle soruları sormamak olmaz. Hele, biz yıllarca kapının dışında da değil, avlu kapısına oldukça uzak bir mesafede beklerken, sorunlu olduğu ve sorunlarının süreceğini herkesin bildiği GKRY’nin, eski SSCB devletlerinin apar topar birliğe alınmaları böyle soruları sormak zorunda bırakıyor insanı. Daha fazla ayrıntı isteyenler, ‘karşılıksız ve fakat boş bir kara sevda’ sürecinin başlangıcına, 1963 yılında imzalanan ‘Ankara Anlaşması’na göz atabilirler.

Ankara Anlaşması için lütfen bakınız:

–     https://www.ab.gov.tr/files/ardb/ankara_anlasmasi.pdf

(Erişim: 202205021237)

Aşağıdaki soru savaştan sonraki süreçle ilgilidir, savaştaki barbarlıklarla değil.

Soru:

BM kararı ile ABD (ve çömezleri) Irak’a girdikten sonra neler oldu?

Soru:

Yugoslavya dağılırken çıkan savaşlar, hem de Avrupa’nın göbeğinde, ne kadar sürdü ve Bosna soykırımında kaç kişi öldü?

Bu soruyu bahane edip bir düşüncemi aktarayım:

SSCB dağıldı, böylece ‘diğer’ kutup kayboldu. Gemi azıya alan ‘vahşi kapitalizm’ ile karşı karşıya kalan birçok toplum, İslâm’ı sığınacak bir liman olarak gördü. Diğer kutbun ‘İslâm’ olması Batı’nın en son isteyeceği şeydi ve kapitalizmin kesin olarak ortadan kalkması demekti. Çünkü kapitalizm (a) insanlığın toptan unutulduğu bir dönemde ve alanda tezahür etmiş ekonomik modeldi. (b) Kendisinden asırlar önce, insanlığın unutulduğu bir dönemde kurtuluş vadederek gelen bir din karşısında kapitalizmin hiç şansı yoktu.

Soru:

Belli bir tarihe kadar kendi yönetimlerine karşı yerel özgürlük mücadelesi veren İslâmî örgütlerin dışında başka ve fakat İslâmî adlar verilmiş örgütler bir anda hangi tarihten sonra uluslararası arenada boy göstermeye başladılar?

Uzun yıllar yerel özgürlük mücadelesi veren Mindanao Müslümanları ile ilgili öykü ve devamında adı Bangsamoro Özerk Bölgesi olan bir bölge için Vikipedi’ye bakabilirsiniz:

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Müslüman_Mindanao_Özerk_Bölgesi

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Bangsamoro

(Erişim: 202205021230)

Adı teslim olmak anlamındaki son din ile terör sözcüğünü bir araya getiren örgütlerin ilk ortaya çıkış tarihleri mutlaka mercek altına alınmalıdır.

İslâm’ın adı için lütfen İslâm Ansiklopedisine bakınız:

–     https://islamansiklopedisi.org.tr/islam

(Erişim: 202205021244)

Soru:

ABD’nin küresel düzeyde saldırgan tutum takınmaya başlaması ile El Kaide’nin dünya ticaret merkezi saldırısı sonrası küresel düzeyde gelişen olaylar arasında bir bağ kurulabilir mi?

Yukarıdaki sorunun cevabının basit bir analiziyle ‘bir taşla birden fazla kuş vurulduğu’ anlaşılabilir. Bu kuşlardan birisi, ABD’nin suret-î haktan gösteren postu giymesi ve toplumları buna kolayca inandırmasıdır.

Soru:

Yirminci yüzyılın başlarında parasını verdiğimiz hâlde alamadığımız gemiler ile bu yüzyılın başlarında parasını verdiğimiz, ortak olduğumuz hâlde projesinden çıkarıldığımız uçaklar; tesadüfün bu kadarı fazla değil mi?

Soru:

Azor Adaları’nı özel olarak bilmemiz gerekiyor mu, Azor Adaları nerededir?

Bu sorunun cevabını kolay bulamayacaksınız. Yardımcı olmaya çalışayım:

Bir zamanlar bazı gazetelerde söz konusu edilmişti, ben ulaşamadım. Ancak Akit gazetesinde Azor Adaları için ‘zira Haçlı Seferleri’nin tarihi karargâhıydı’ diyen müellif de emin, kuşkusu yok perde arkasında o zaman oynanan oyunun gerçek olduğundan.

Kaynaklara gönderme yapan yazının tamamının okunmasını öneririm. Meşrebine göre başka konularla birlikte, nesilden nesile aktarılan, bu ülkenin azımsanmayacak kadar çok insanının zihninin derinliklerinde yatan, kuvvetli delilleri olduğu hâlde hâlâ ‘şüphe’ olarak kalmış bir olguyu, ‘haçlı zihniyetinin ülkemiz insanı üzerindeki etkisini’ de aktarıyor yazar.

Kaynak gazeteye ulaşmak için lütfen buraya tıklayınız.

–     https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/zekeriya-say/siyasi-proje-olarak-evanjelizm-ve-cakma-mehdiler-25231.html

(Erişim:202202281142)

Yukarıdaki paragrafla bağlantılı olan başka bir pencereye yöneltmek isterim değerli okuyucuyu:

Çok sevdiğimiz macera filmleri serisi İndiana Cons’un izlemediğimiz filmi kalmış mıdır?

Seksen dokuz yapımı, İngilizce yazılışı ile Indiana Jones and the Last Crusade filminin adı Türkçeye değiştirilerek çevrildi. Oysa hangi sözlüğü açarsa açsın crusade sözcüğünün Haçlılarla ilgili olduğunu görebilirdi çeviren. Bu yöntemi, filmin asıl adından değişik bir adla dilimize çevrilmesini sıkça görürüz. İlgilinin kendine göre haklı gerekçesi olur ya da olmaz. Bu film için bu yöntemin kullanılmasına da çok önem atfetmemek gerekir. Asıl vurgulamak istediğim konu, yapımcının bu adı vermesi. Maceraya bakılırsa ‘bir çanak’ dışında dinle bağlantısı yok, ama yapımcı crusade sözcüğünün çok sattıracağını biliyor.

Filmin gösterime giriş zamanı ile ilk körfez savaşı arasında bir bağ kurmaya çalışmak, öküz altında buzağı aramak olacağından bundan kaçınıyorum.

Azor Adaları ile İlgili Alıntı

Aşağıdaki satırlar için uzun süre mahalle dedikodusu dendi. Değilmiş. Kaynak, Birinci Körfez Savaşı’ndaki bazı olayları zaman sıralamasına sokmuş. Aşağıdaki metin oradan kopyalanıp buraya yapıştırılmıştır.

ALINTI METNİN BAŞI

16 Mart, Pazar

19:10 - ABD, İngiltere ve İspanya liderleri Portekiz’in Azor Adaları’nda savaş konseyi adını verdikleri toplantıda bir araya geldiler.

20:35 - Üç lider toplantının ardından yaptıkları açıklamada diplomasi için fazla şans kalmadığını söyledi. ABD Başkanı Bush Pazartesi gününü gerçekle yüzleşme günü olarak tanımladı.

21:35 - Irak lideri Saddam Hüseyin, ülkesinin toplu imha silahlarına sahip olduğu iddiasının büyük bir yalan olduğunu, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi durumunda Iraklıların tüm dünyada savaşacaklarını açıkladı.

ALINTI METNİN SONU

Metnin alındığı kaynağa ulaşmak için lütfen bakınız:

–     https://www.bbc.co.uk/turkish/irak_operasyonu_gunluk.shtml

(Erişim:202202281124)

Neden Kaygılıyım?

İstihbarat ve Güvenilirlik

Şimdi konudayım!

Kaygımı, ‘yirminci yüzyılın ikinci yarısında, doğru olmayan istihbarata dayanarak dünyada nereler işgal edildi’ sorusu ile nedenlendirmeye çalışayım.

Yalan istihbarata dayanma yönteminde ilk adım, işgaline karar verilen coğrafyaya hâkim ülkenin dünya kamuoyunda infial yaratacak bir olay çıkarmasını sağlamaktır. O ülke bu adımı atarsa plan hemen uygulanır, üçüncü adıma geçilir. Kaçınırsa da sorun olmaz. İkinci adım, o ülkenin çok kötü yöneticilerinin çok kötü şeyler yaptığı, yapmaya aday olduğu, yapacağı, artık güncel durum hangisine uygunsa ona göre düzenlenmiş yalan yanlış bilgiler içeren, aslında hiç olmayan istihbaratın dünya kamuoyu ile paylaşılmasıdır. Üçüncü adım en kolay olanıdır. Olmayan istihbarata dayanarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden o ülkenin yönetimine müdahale edilmesi kararı çıkarılır. Özel olarak da bu müdahalenin o ülke halkının çıkarlarına hizmet edeceği vurgulanır.

Bugün (1) ‘vatandaşına insanlık dışı muamele ediyor’ ve (2) ‘nükleer silâh geliştiriyor, gizli bilgileri ele geçirdik’ yalanları, açıkça bildiğimiz ve en revaçta olan iki tanesi.

Gerçi ‘insanlık dışı muamele yapıyor’ gerekçesi pek kullanılamaz oldu son yıllarda. Çünkü dünya kamuoyu diktatörlerin işgalci tarafından ‘iyi diktatör’ ve ‘kötü diktatör’ diye ikiye ayrıldığını gördü. İşgalcinin görüşüne göre ‘iyi diktatör’ kendi halkına asla kötü davranmıyor. Bu da kamuoyunda ‘hepsi kötü de yalnız bu mu iyi’ sorusuna neden oluyordu. Yani kabûl edilebilirliği zayıflamıştı. Hâlâ dünyanın en kapalı toplumu olan Kuzey Kore yönetimi bile neredeyse ‘iyi’ sınıfına alınacaktı bir ara. ‘Nükleer silâh geliştiriyor’ yalanı en etkin ve kullanışlı olanı. Çünkü, atom bombasının insanlık için nasıl bir felâket olduğunu bilmeyen, duymayan insan yok.

Doğaldır ki işgalci hiç kimseye ‘müdahale ettiği ülkeye çöreklendiğini’ asla söylemiyor. Çünkü, ait olduğu kültüre bakmaksızın ‘toplum vicdanı’ denen olgunun nadiren yanıldığını, bunun için de kamuoyunun bu yalana inanması gerektiğini biliyor.

Çekildiği mekânlar farklı, çok filmini izledik bu senaryonun.

Irak, şüpheye hiç yer bırakmayan, çok yakın tarihte ve açık seçik bu oyunun sahnelendiği göz önündeki somut örnektir.

Irak’ın elinde olduğu söylenen ve bize ‘kıyamet topu’ diye yutturdukları boruların ne menem palavra olduğu bu oyunun en açık delilidir. Demek ki dünya kamuoyu böyle yalanlar ve sair haberlerle işgalleri, savaşları duymaya hazır ediliyor; sonra da asıl musibetin başı ‘musibetin başını ezdik’ diyor. Bize ‘bilgi’ diye yutturdukları mavra, bugünün iletişim imkânlarını da kullandığınızda ne büyük bir hızla yayılıyor ve toplumları etkiliyor, görüyorsunuz.

Nedenlerin Geçerliliği ve ABD İstihbaratına Güvenilirliğin Yeniden Tesisi

‘Önemli’ diyerek paylaştıkları bilgilerin asılsızlıkları anlaşıldıkça dünya kamuoyu üzerinde hiç etkisi kalmadı. Herkes bir bit yeniği arar olmuştu her istihbaratta. Asırlardır her gerektiğinde güçlüler tarafından uygulanan, ‘istihbarat uydurma’ yöntemi artık kullanılamayacak mıydı?

Elbette böyle çok kullanışlı bir yöntemden vaz geçilemezdi. Ama önce inandırıcılığın artırılması, güvenilirliğin eski günlerdeki düzeyine yükseltilmesi gerekiyordu.

Yirminci yüzyıl başından itibaren dünya sahnesinde verilen temsillerin başrol oyuncularından biri olan ABD, iki bin sekizde demokrat, üstüne siyah bir başkan seçerek işe başladı. İki bin on beşte ilk itiraf geldi; İngiltere eski başbakanı yanıldıklarından yakınarak zaten herkesin bildiğini birinci ağızdan dile getirdi.

Kaynak gazeteye ulaşmak için lütfen bakınız:

–     https://www.hurriyet.com.tr/dunya/ingiltere-eski-basbakani-blair-irak-isg-lindeki-hatalarindan-dolayi-ozur-diledi-40005696

(Erişim:202202270650)

Bu itirafın günah çıkartma samimiyetinden uzak, yürütülen temizleme çalışmasının gereği olduğunu, böyle çetrefilli konularla özel olarak ilgilenmeyen insanlar anlayamazdı.

Her ne kadar ABD’nin son Başkan’ından önceki dört yıllık dönemi ile birlikte güvenilirliği yükseltme çalışması kesintiye uğradıysa da iki bin yirmi bir yılı ile koşut, çalışmalara tekrar başlandı. Değişen yönetimle birlikte ABD’nin ‘dünya politikasının da değişeceği’ söylendi. Bir öncekine hiç benzemeyen, daha öncekilerden de çok demokratik ve farklı bir yönetimin iş başında olduğu yayıldı dünyaya; kamuoyu, iyi ve güzel değişimlerin beklentisi içine sokuldu. Beklenti, Afganistan’ın Afganlılara bırakılmasıyla somutlaştı. Dünya kamuoyunun ABD istihbaratına kredi açması sağlandı.

Seçimde yaşananlara bakarak, ‘eksik kalan bazı işleri tamamlatmak amacıyla Sayın Tıramp yönetiminin özel olarak getirildiği’ savına inanan insan sayısı hiç de az değildir.

Yönetim değişsin veya değişmesin, güvenilirliğin yeniden kazanılması için bir çalışma zaten yapılacaktı. Çünkü, hemen her devletin kendine has uluslararası politikalarının ana çizgisi, ülke yönetiminin değişmesinden bağımsız sürdürülür.

Afganistan’ın on yıllardır yönetimi ele geçirmeye çalışan Afganlılara bırakılması döneminde yürütülen işler ‘bırakılmasa daha iyiydi’ dedirtircesine ülkeyi terk etmek, o güne kadar havuç göstererek kendine bağladıklarını hiç tereddütsüz terk etmek, böyle ülkeler için alışıldık, sıradan ve bilinen bir davranıştır. Kendi çıkarı uğruna ülkesinin işgalcileri ile iş birliği yapan yardakçılara iyi bir derstir bu; ama, elbette almak isterlerse.

Yönetimin bırakıldığı örgütün bir zamanlar ABD tarafından kurulmuş olması, Afganistan’ın Afganlılara bırakılmasında da bit yeniği aranmasına haklılık kazandırmaz. Ama gerçeği zaman göstereceği de kaydedilmelidir.

Yalanla doğruyu, mazlumlara hâmi olmakla öyle görünmeye çalışmayı birbirinden ayırmamız, aralarındaki zıtlığı görmemiz gerekiyor. Zihnimizi zorlamazsak bazı olayları ve olguları kavrayamayabiliyoruz. ‘Bizim yerimize düşünenler var nasılsa’ diyerek daldığımız tembellik, ‘kötü’ tarafın çok sevdiği hâlimizdir.

ABD İstihbaratı Sahne Alıyor, Yeniden

Ön belleğimizdeki yerinde duruyor hâlâ; bunun çok güvenilir bir istihbarat bilgisi olduğunu söylemeyi ihmal etmeyerek ABD Başkanı Sayın Baydın çıktı ‘Rusya Ukrayna’yı işgal edecek’ dedi. Rusya, Sayın Putin ‘saçmalamayın, yok böyle bir niyetimiz, ABD doğru söylemiyor’ diyerek aynı düzeyde cevapladı bunu.

Benim dinleyebildiğim tüm yorumcular, istisnasız ‘ABD her zamanki gibi yanlış bilgilendiriyor; Rusya’nın ne Ukrayna’yı işgal edecek gücü var, ne de ekonomisi böyle bir savaşı kaldırır’ dediler. Bu yorumcuların içinde öyle kişiler vardı ki, ömürleri boyunca dillerinden düşürmedikleri post olmaz, dost olmaz tekerlemesini terk edecek kadar emindiler söylediklerinden.

‘Devletler arası kalıcı dostluklar ve düşmanlıklar yoktur, çıkar ilişkileri vardır’ der uzmanlar. Bunun için ‘post olmaz, dost olmaz’ tekerlemesine hiç itibar edilmemesini öneririm.

Otuz yıl kadar geriye gidelim. Dokuz yüz doksanların başına. SSCB dağılırken Batı, yani ABD, Ruslara, o günlerde Rusya’yı yönetmeye aday insanlara ‘Rusya’nın burnunun dibine sokulmayacağım’ derken, bu insanlar bunun yalan bir vaat olduğunu elbette biliyorlardı. İnanmış göründüler.

Bugünden geriye bakıldığında ‘keşke sokulsanız’ demişler midir Ruslar acaba diye sorası geliyor insanın. O günün koşullarındaki Rusya için ham hayâl gibi gelebilir. Ama Büyük Petro’nun Avrupa’yı neden dolaştığına bir kez daha bakılmasını öneririm. Bir Rus soylusunun sırf macera için Almanya tersanelerinde çalışacağına inanmak güçtür.

Ders çıkararak hem tekerrürünü önlemek hem de örnek almak için tarihi bilmek gerekiyor.

Bizim ‘deli’ diyerek küçümsediğimizi zannettiğimiz Büyük Petro için lütfen bakınız:

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Petro#Avrupa_seyahati

(Erişim:202205160237)

SSCB dağıldıktan sonra, daha birkaç yıl geçmeden ABD sözünü unuttu. İlk Baltık Devletleri’nin Almanya’nın kanatları altına girmesiyle baş gösterdi sorun. Ama o günlerde Rusya’nın gerçekten de dış sorunlarla uğraşacak ne zamanı vardı ne de önderi. Eski SSCB’nin önemli ülkeleri NATO’ya girdiler.

NATO’ya üye ülkeler ve üyelik tarihleri için lütfen bakınız:

–     https://www.nato.int/nato-welcome/index_tr.html

(Erişim: 202205021309)

Ya ‘turuncu devrimler’, anılarımızı zorlayıp o günleri ön belleğe almaya çalışalım. Abhazya bahanesiyle Gürcistan’a olanları anımsayalım.

Rusya - Ukrayna Savaşı Öncesi

Rusya-Ukrayna savaşının perde arkasında hayâl meyâl başka bir gerçek görünüyor gibi. Bu işte bir ‘bit yeniği’ var. Var da ne olduğu bulunmalı. ‘Perde arkasındaki asıl oyunu görebilmek için perde önündeki oyun yanıltmalara dikkat edilerek izlenmeli ve doğru yöntemle çözümlenmelidir’ der bu işin uzmanları. Bir de üstüne ‘doğru tahlil için önyargılarınızdan kurtularak izlemelisiniz oyunu’ koşulunu koyarlar.

Bu yöntemi koşuluyla birlikte uygulayarak oyunun geçmişine göz atmak küresel bir oyunun tüm delillerini ortaya koyamasa da hiç olmazsa zihinlerde bir soru işareti oluşturabilir. Bunun için ne yapılabilinirse; lâf kalabalığı yapmadan, azamî dikkat göstererek perde önünü incelemek uygun olur.

Epeyce bir zaman geçmişti SSCB dağılalı. Gürcistan ile aşna fişneye başlayınca, gizlice de değil, açıktan, Rusya NATO’ya ‘dur’ dedi. Diyeceğini herkes gibi elbette Batı da görmüştü. Ama göz göre göre Gürcistan’ı ateşe atmıştı. Çünkü, daha sonra eski defterleri açacaktı; kendine göre kapatılmamış hesapları vardı.

Gürcistan, Abhazya, Osetya sorunları, Kırım’ı ilhakı, en son Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarması ve benzeri sorunları ‘imparatorluk sonrası baş ağrıları’ olarak düşünme eğilimi hâkimdi benim gibi insanlarda. Aslında Ukrayna’nın doğusundaki bazı alanlarda Rusya yanlısı bölünme teşebbüslerinin bizi ayması gerekirdi, olmadı.

Sayın Putin’in Ukrayna’ya saldırı emrini verdiği sabahı beklememiz gerekiyormuş! Üstüne Sayın Putin gerçeği olduğu gibi önümüze koymuştu. Sizce Sayın Putin Büyük Petro’nun hayâlinden vaz geçebilir mi? Veya 17 Devrimi’nden sonra Rusların bizim topraklarımızdan çekilmesi kararını veren Lenin’in doğru yaptığını düşünüyor olabilir mi? Bu soruların ve daha başka benzerlerinin cevapları kendileridir.

İlgili haberler için lütfen bakınız:

–     https://www.dunya.com/dunya/putinden-turkiye-ve-osmanli-cikisi-haberi-649622

–     https://www.haberturk.com/eski-rusya-devlet-baskani-putin-in-hedefini-acikladi-3399781

(Erişim: 202205021333)

Arama motoruna ‘Stalin ne yapmıştı ikinci büyük savaştan galip çıkınca’ sorusunu daha belirginleştirip özelleştirerek ‘Stalin - ikinci dünya savaşı - Kars ve Ardahan’ sözcükleriyle yazınca gerçeği görüyoruz.

Birilerinin ‘yok bunun belgesi’ türünden sözlerine kulak asılmamasını öneririm. En kötü ihtimâle karşı önlem alacaksak, söylentileri bile dikkate almak doğru olur.

Arama motorunda yüksek ihtimâlle Vikipedi’yi bulacaksınız:

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/ Sovyetler_Birliği%27nin_Türkiye_üzerindeki_toprak_iddiaları

(Erişim:202204191136)

Son Bölüm

Buraya kadar yazdığım cümleler kaygımı ifade edememiş olabilir. Özetleyerek sürdüreyim:

Sayın Baydın çıktı ‘sağlam istihbarattır, Rusya Ukrayna’yı işgal edecek’ dedi; hep beraber ‘yine aynı oyun sahnede galiba’ dedik. Çünkü ABD’nin sabıkası çok kabarıktı, istihbaratı hiç doğru çıkmamıştı ki! Bir sabah baktık Rusya Ukrayna’ya girmiş. Sayın Putin, son bilgiyi doğrulayarak ABD istihbaratının kötü sicilini temizlemişti.

Öte yandan ABD bir şeyi eksik bırakmış, Rusya’ya dur diyememiş ya da dememişti. Yıllardır beklenen bu savaşa karşı hiçbir önlemi yoktu ya da bile isteye bu görüntüyü veriyordu.

Şimdi tekrar otuz yıl geriye, SSCB dağılırken batı, yani AB ve ABD, yani NATO’nun Ruslara verdiği sözü yineleyeyim: Burnunun dibine sokulmayacağım; yani, ‘çevreni sarmayacağım’. SSCB dağıldıktan daha birkaç yıl sonra ABD verdiği sözün tersini yapmaya başladı. Yani aslında ABD, Rusya’ya bahaneler üretmeye başladı.

Bugün zamanda geriye doğru gittikçe bunu daha iyi anlıyoruz.

Bir an şüpheciliği bırakalım, ABD’nin gerçekten samimi olduğuna inanalım.

Rusya; Gürcistan’dan Suriye’ye, bu süreç içinde hiç geri adım atmadı. Yani güçlü. O halde ABD’nin durup düşünmesi, artık bu gücü tahrik etmemesi gerekirdi. Oysa, tersine, sürekli Rusya’ya gerekçeler yarattı. Belli ki iki süper güç bazı konularda mutabakat sağlamışlar, çizdikleri rotada ilerliyorlar.

ABD ve Rusya’nın, daha SSCB dağılırken belli konular üzerinde mutabık kaldıklarına; her ikisinin de bu mutabakatın gereğini sadakatle yerine getirdiği, birinin yarattığı gerekçeyi diğerinin hiç vakit kaybetmeden kullandığı kanısındayım. Bugün çevremizde yaşanan olaylardan (a) Rusya’nın Büyük Petro’nun hayâlini gerçekleştirmekten, (b) ABD dünyanın merkezindeki coğrafyaya hâkim olma hevesinden ve (c) İngiltere’nin iki yüz önce kurduğu oyundan vazgeçmediğini anlıyorum.

Bilmem hangi sözleşmenin bilmem kaçıncı maddesine dayanarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden, kurulun daimî üyelerinin oy birliğiyle, ‘bilmem neredeki’ insan hakkı ihlâllerini bahane ederek Türkiye için de bir müdahale kararı çıkabileceği kaygısını taşıyorum.

En kötü ihtimâle karşı her uluslararası olayı bu kaygımın penceresinden bakarak değerlendiriyor, yanılmayı, bu ne paranoyakça bir düşünce diyenlerin haklı çıkmasını diliyorum.

Bu kaygımı her fırsatta dile getirmeye çalışıyorum. Bunlardan biri için lütfen bakınız:

–     https://www.yakupkorkmaz.com/202001240457.html#baris_denizi

(Erişim: 202205021354)

Hele bir gücünüzü yitiregörün, seyreyleyin belânın kaç türlüsü kimlerden gelir!

Zorunlu ve Daimî Başlık: Deniz Endüstrisi

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma nasıl böyle bir imanı boğar,

Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar.

Bu yazımla aktarmaya çalıştığım kaygımın gerekçesi, anladığınız ve takdir edeceğiniz üzere yaşamını bir davaya, ülküye; ülkesini çevre coğrafyasıyla birlikte çağdaş uygarlık düzeyinin de üzerine çıkarmaya adayanların uykularını kaçıracak türden. Ne yöne bakarsanız bakın, aşılmaz duvarların olduğu lâbirente benziyor mevcut durum.

Batı rotasında ilerliyor. SSCB’nin Lenin’in çizgisinden çıkmasıyla başlayan büyük oyun hâlâ sahnede.

İmlerden biri, doksan dokuz depreminden sonra ülkemizi ziyaret eden Sayın Kılintın’ın ‘yirmi birinci yüzyılı Türkiye belirleyecek’ anlamına gelen bir şeyler söylemesiydi. O ziyaretin çok öncelerden planlandığını unutmuş ‘vay canına, depremden sonra ABD Başkanı geldi be’ diye havalara bile girmiştik. Zaten Batı, yirmi birinci yüzyılı Türk yüzyılı yapmak için elinden geleni ardına koymuyor. Turuncu Devrimler, Arap Baharları; güzel adlandırmalar değil mi?

Bu oyunun sahnelerini sayarak zaman yitirmek istemem. Ama yine de genel bilgi edinmek isteyenler için aşağıya bazı yollar bırakıyorum:

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Sovyetler_Birliği

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Sovyetler_Birliği'nin_dağılması

–     https://www.hurriyet.com.tr/dunya/baskan-clinton-1999-kasiminda-turkiyede-39050978

–     https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/td_v2.sayfa_getir?sayfa=335:339&v_meclis=1&v_donem=21&v_yasama_yili=&v_cilt=16&v_birlesim=019

–     https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/td_v2.sayfa_getir?sayfa=17:22&v_meclis=1&v_donem=23&v_yasama_yili=&v_cilt=43&v_birlesim=072

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Turuncu_Devrim

–     https://tr.wikipedia.org/wiki/Arap_Baharı

(Erişim:202205152000)

Görünen o ki, Batı bu hâlimizle bizi asla kabûl etmeyecek! Bu hayıflanacak bir tespit değil. Ama ‘hayıflanıyoruz’ diyelim. Tek ülkümüzü, çağdaş uygarlık örneği olarak gördüğümüz AB’ne girmek olarak belirledik.

Hâlimiz, dinî ve kültürel yapımızdan ekonomimize kadar her şeyimizi içeren bir sözcüktür.

Öte yandan Batı, küresel hegemonyasını gerçekleştirmek (ya da kendi inancının gereğini yerine getirmek) için bu topraklarda mutlaka tek söz sahibi olmak istiyor. Bu da Batı’nın ülküsü. Kanı bu olup üstüne eski ihtirasların hortlatıldığı ihtimâli konunca, ‘biz ne yapacağız’ sorusu çıkıyor ağızdan. Dinî inancımızı terk mi edeceğiz yoksa geldiğimizi varsaydığımız topraklara geri mi gideceğiz ki Batı ülküsüne kavuşsun? (Hem de doğu sorunu çözülsün.) Bunları daha önce yapamadık, bundan sonra da yapamayacağımıza göre geriye en kötü ihtimâli hesaba katarak hareket etmenin aşırı kuşkuculuğa ödün vermek olmadığını bilerek, ön göremediğiniz gelecekte karşılaşılabileceklerinizin önlemini şimdiden almak kalıyor.

Özetlersek, en doğrusu, zaten içine giremeyeceğimiz bir AB için daha fazla kıvranmamak, enerjimizi kendi yağımızla kavrulmaya ayırmak, ülkemizi onların gıpta ile baktığı adil, vatandaşını sarıp sarmalayan, Anadolu’ya yakışan bir devlet yapmak için yeni bir rota çizmektir.

Amacın ekonomik bağımsızlık olduğunu, ekonomik bağımsızlığa denizcileşmeden ulaşamayacağımızı, denizcileşmenin millî mücadelenin ikinci aşaması olduğunu buraya da kaydedeyim. Çünkü, hep olduğu gibi bugün dünyada yaşanan olaylar da Mustafa Kemâl Atatürk’ün sözlerini teyit ediyor:

Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir.

Atatürk’ün İzmit İktisat Kongresi’nin açılış konuşması için lütfen bakınız:

–     https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir

(Erişim: 202204271004)

‘Ekonomik kalkınmanın yolu denizden geçer’ sözü basit bir slogan, motto değildir!

Denizcileşmek için daha fazla çaba göstermek gerekiyor. Bugüne kadar ki uğraşılarımıza ‘birileri denizcileşmenin önünü özellikle kesiyor’ dedirtircesine toplumun tüm kesimleri duyarsız kaldı. Bu büyük bir sorundur. Sorunu, denizciliği ulusun önüne bir amaç, bir hedef, bir erek, bir ülkü olarak getirip koyacak önder çözer.

Pruvanız netâ olsun!

Yakup Korkmaz

Tuzla - İstanbul

202205160300

yakupkorkmaz.com © denizci’